.

AD BANNER

Ankaralı

              


               (Fotoğraf Ayaktakiler: Müdür Kadir Peşmen, Müdürün Kardeşi Geylani Peşmen, Murat Karadoğan, Oturanlar: Recep Bıyık, Mehmet Çakoş, Galip Aslan, Mustafa Aktaş) 

               Nedendir bilmem Ankaralı diyorlardı.

Kime mi..? Murat Karadoğan’a “Ankaralı” diyorlardı.

Konak’ta çalışıyordu. Tekel’e ait tuz gölünde. Bu tuz göllerinin geçmişini bilen yok. Taa Roma devrine kadar uzandığı bile söyleniyor. İşte o tuz göllerinde bizim köyden 7-8 kişi ile birlikte çalışıyordu Ankaralı. Yetkiliydi. Galiba şef veya çavuş seviyesindeydi. Başlarında da Tuzla Müdürü vardı. Son zamanlardaki Müdür Kadir Peşmen'di.

Yıllarca çalıştılar.

Bizim köydeki tuz işletmesi çok karlı bir işletme olmadığından olsa gerek çalışanlar başka yerlere gönderildi. Murat Karadoğan’ın tayini de Ankara Çubuk Tekel Müdürlüğü’ne çıktı. O saatten sonra Çubuk’a yerleşerek gerçekten “Ankaralı” oldu.

Çubuk’a taşınması pek uğurlu gelmedi. Yavaş yavaş rahatsızlanmaya başladı. ’95 yılında çalıştığı kurumdan emekli oldu. Şikayetleri de iyice fazlalaştı.  

Götürmedik yer, göstermedik doktor bırakmadılar. Özel doktor falan fayda etmedi.

Çubuk’ta asker bir doktor vardı, yüzbaşı. O doktorun özel muayenehanesine götürdüler en son. O teşhisi koydu: SİROZ.

İçki içmezdi. Ağzına sigara koymamıştı. Küçükken geçirdiği bir sarılık karaciğerde leke bırakmış. İşte yıllar, yıllar sonra o leke.. Vücut direnci düşmeye başlayınca uyuyan dertler uyanmıştı sonunda.

Doktor teşhisi koyunca İbni Sina Hastanesi’ne yönlendirdi. Oradaki Prof. Dr. Ali Reşit Hoca bizzat ilgilendi hastayla. Yüksek İhtisas ’la ortak tedavi uygulandı.

20 Ekim 1999’da trafik kazasında vefat eden genç bir kızdan karaciğer nakli yapıldı. Bu, Türkiye’deki 2. Karaciğer nakliydi. Ama bir sorun vardı. Balgam atamıyordu. Karaciğer naklinde balgam atmak çok önemliymiş meğerse.

Neticede vücut uyum sağlamadı.

2 Kasım 1999’da vefat etti Ankaralı. 58 Yaşındaydı.

Mekânı cennet olsun.

 

Suat Zobu

Katkılarından dolayı Oğlu Fikret Karadoğan’a sonsuz teşekkürlerimle..

.

 

Hoşafçı


              Hoşafçı;

Hoşafçı Hoşafçı da neden Hoşafçı..?

Rahmetli Ahmet Dayı (Çalışkan) eşekle Bayat’a gitmiş. Bayat köye 15 km. mesafede. Bazı ihtiyaçlarını alıp gelecek.

Bayat pazarı Cuma günü. Dağ köylüklerinden olan bir adam tanıyor bunu. “Ahmet ağa falancaya biraz hoşaf göndersem götürür müsün?”

Söylediği kişi bizim köyden biri, hem de akrabası.

“Ne demek, tabii ki götürüm..!”

Hoşaf (Genellikle ahlat kurusu) dediğin nedir ki..! Kurutulmuş zaten. Fazla bir ağırlığı yok. 1 Torba. Torbada 1 teneke (Yarım hak) kuru hoşaf var. Eşeğin üstüne heybenin gözüne koyuyor. Yalnız başına köye dönerken “Şu hoşafın tadına bir bakayım” diyor. Hoşaf torbasının ağzını açarak bir avuç hoşaf alıp yemeye başlıyor. 

Bir avuç daha, bir avuç daha derken köyün girişinde hoşafın tümü bitiyor. Hoşafı getirdiği kişiye boş torbayı uzatarak “Sana bunun dolusu hoşaf getiriyordum ama ecik tadına bakayım dediydim..!!” 

Biraz mahcup gülümsüyor. 

O saatten sonra adı da “HOŞAFÇI” kalıyor.

Çok yiğit adamdı Hoşafçı. Soyadı gibi çok çalışkandı. Güçlü kuvvetliydi. Babam rahmetli Koca Mıstık’la onun üzerine tırpancı yoktu. Birbirlerini de severlerdi.

Pirinç ekiyorlardı. 

O zamanlar Şirket vardı. Binasıyla. çalışanlarıyla, müdürüyle falan bayağı bir kuruluştu Şirket.

Bir gün şirket Müdürü Halis Bey ile iddiaya giriyorlar.

Bir torba çimentoyu (50 kg) sırtına alacak, kanal boyu Çukurköy’ün hizasındaki kayalık buruna kadar götürecek. Yere koymak yok. Oturmak, dinlenmek yok. Tam 7 km. Götürürse büyük bir erkek culuk (hindi) Hoşafçı’nın olacak. Götüremezse Hoşafçı aynı culuğu müdüre alacak.

Götürürdün götüremezdin derken iddiaya giriyor Hoşafçı.

Bismillah deyip omuzluyor çimento torbasını.

O gün akşam birkaç arkadaşıyla birlikte, güle oynaya iddiada kazanılan hindiyi yediler. 

Mekanları cennet olsun.

*****

Kaynak kişi: Mehmet İpek

Kaleme alan: Suat Zobu

1 Kg Lokumuna

               

(70’li yıllar)

-

Büyük Tandırda Anamgil ekmek ediyordu. Yufka ekmeği. 3-4 kadın ekmek ediyor, anam da çeviriyor. 

Ben varım, ağabeyim Burhan var, büyük amcamın oğlu Osman var. Satı Ablamın eşi. Anamgilin bize yaptığı mis gibi tereyağıyla yağlanmış bazlamaları yayık ayranı eşliğinde afiyetle yiyoruz. 

Hamın kocası Ali Eniştem geldi. 

Ali Keklik, Zabın Ali veya İzzet’in Ali de diyorlar. 

Çok şakacı, esprili biriydi. Bizler de severdik. Ne de olsa biricik halamızın kocası. Evlerimize teklifsiz girer çıkardı. İnsanlığıyla sevdirirdi kendini. Sempatikti. 

Anamgile “Kolay gelsin, bereketli olsun” u çekince “Ali bazlama yapalım da ye” teklifinde bulundu Anam. 

Eniştem ekmek yığınına eğildi, bir miktar ekmeği ucundan tutarak hafif yukarı kaldırdı. 

“Aç değilim ama gene de şu kadar ekmeği katıksız yerim” dedi. 

O işaret ettiği ekmeği görünce biz erkekler balıklama atladık hemen. 

“Yiyemezsin..!” dedik. 

Yerdin yemezdin derken iddiaya girdik. 

Eğer o gösterdiği ekmekleri yerse biz ona 1 kg lokum alacağız, yiyemezse o bize bir kilo lokum alacak. 

“Tamam” dedi, kabul etti. 

Katıksız yiyecek. Arasıra su içebilecek. Su serbest. 

“Bak yerken benim ekmeklerden isterseniz vermem haa..!” diye de şaka yapıyor gülerek. 

O gösterdiği ekmekleri ayırdık. Saydık tam 12 tane yufka ekmeği. Büyük boy hem de! 

Başladı yemeye. 

Kuru kuruya dürüm yapıp yapıp yiyor. Bir dürüm birkaç lokmada gidiyor. Biz ağzımız açık seyrediyoruz. Öyle iştahlı yiyor ki imrendik valla resmen. Öyle iştahlı yiyor ki canımızı çektiriyor. 

Şimdi tıkanacak, şimdi bırakacak derken yarım ekmek kaldı. 

Gülerek “Yav Allah rızası için şu lokumu getirin de bunu bari lokumla yiyeyim” dedi. 

Biz kaş göz işaretiyle dışarı çıktık. Aramızda değerlendirme yaptık. 

“Kesin tıkandı, o yarım ekmeği yiyemeyecek, lokumu bahane ediyor. Bitirmeden almayalım” kararına vardık. 

İçeri girip “Enişte tümünü bitirmeden lokumu almayacağız” dedik. 

“İyi o zaman” dedi. “Eğer ben de size o lokumdan bir tane verirsem..!!” 

O kalan ekmeği de yedi. “Hadi getirin bakalım lokumu” dedi gülerek. Hoşafın yağı orada bitti. 

Bakkal yakın. Ben gittim 1 kg lokum aldım, geldim. 

O lokumdan yarım ekmeğe bir dürüm yaptı. Öyle bir yedi, öyle bir yedi ki ağzımızın suyu aktı valla. Arada "Ohh lokum da lokummuş haa!" diyor bir de ağzını şapırdatarak… 

Kalan lokumlardan kadınlara birer tane verdi.

 

Bize zırnık koklatmadan kese kağıdında kalanları aldı gitti. 

(Eskiden toplum olarak daha iyiydik sanki!)

- 

Suat Zobu

 

(Anam 2013’te, Ali Eniştem de 2019’da vefat etti. Tüm vefat edenlerimize Allah’tan rahmet dilerim. Mekanları cennet olsun.)

 

Ne demiş Yaşar Kemal "O güzel insanlar beyaz atlarına binip gittiler!"

.