Ozan
Arif ’in “Köyüm Eski Köyüm Değil” diye bir türküsü vardı. Orada bahsedildiği
şekilde Anadolu’nun tüm köyleri gibi bizim Yerliköy de eski köyümüz değil
artık.
Bundan
20-25 yıl önce her hanesi doluydu, her evin bacasından yaşama dair dumanlar
tüterdi. Yok yoksul da olsa insanlar mutluydu. Şimdi köyümüz hala yerinde
duruyor ama içi boşalmış. Kimsecikler yok desen yeridir. Çoğumuz köyün dışında
yaşıyoruz. Köye artık ya cenazelerde ya da yakınlarımızdan birinin düğünü falan
olursa gidebiliyoruz.
14
Nisan 2015 tarihinde Rahmetli Muhittin Dayı’nın Hanımı, aynı zamanda dünürümüz
olan Güldane Abıla vefat edince köye gittim.
150
haneli koca Yerliköy’den geriye topu topu kaç hane kalmış ki..? Başsağlığına
gelenlerin çoğu dışarıdan gelenlerdi. Evin önündeki bahçede oturduk uzun süre.
Pırıl pırıl bir güneş var. Otların böceklerin uyandığı bir nisan günü, pırıl pırıl bir bahar günü.. Tertemiz bir hava. Gökyüzü masmavi.
Gelen insanlara baktım da… Gençlerin çoğunu tanımıyorum. Belli bir yaşın üzerindekileri de uzun zamandan sonra görüyorum. Yıllar ne çok şeyleri değiştiriyor.
Gelen insanlara baktım da… Gençlerin çoğunu tanımıyorum. Belli bir yaşın üzerindekileri de uzun zamandan sonra görüyorum. Yıllar ne çok şeyleri değiştiriyor.
(Peşin
peşin söyleyeyim burada bahsi geçen kişilerin bazılarını lakaplarıyla anacağım,
kimse kusura bakmasın.)
Akyavan’ın
Gımo var karşıda, sağında Hayati, solunda Rafet. Sohbet ediyorlar. Görmeyeli
belki 35 yıl olmuş. Başında şapkası, kıralmış saçı sakalıyla kalktı
topallayarak yanıma geldi. Sağ dizinde problem varmış. Uzun uzun konuştuk.
Topal
Akif’i getirdiler arabayla. Belli ki yürüyemiyor artık.
Kösenin Yaşar, Gardiyan, diğer kardeşleri Mustafa geldi. Ben bu Mustafa’yı ne zaman görsem hep sakallarının ortasında göz çukurlarına kadar gülen bir yüzle görürüm. Gardiyan’ın oğlu Osman Hoca da yanlarında. Onlar da oturdular biraz.
Kösenin Yaşar, Gardiyan, diğer kardeşleri Mustafa geldi. Ben bu Mustafa’yı ne zaman görsem hep sakallarının ortasında göz çukurlarına kadar gülen bir yüzle görürüm. Gardiyan’ın oğlu Osman Hoca da yanlarında. Onlar da oturdular biraz.
İkindin
namazına camiye gittik. Abdestlerimizi alıp caminin gölge tarafındaki banklara
oturduk tek sıra. İpe dizilmiş tespih taneleri gibiydik. Caminin içinde Osman Hoca fırsat
bu fırsat deyip vaaza başlamış. Gıdı ikide bir yekiniyor “La içeri girelim de
biz de ecik vaaz dinleyelim” diyor, ama gitmeye de hiç niyeti yok aslında.
Mahmut’un Omar “Lan aslanım otur oturduğun yerde işte” diyor gülerek. Oturuyor
Gıdı.
Ezan
yakınken biz de girdik içeri.
Vaazın konusu "vade yetip de Azrail’in gelme zamanı". Elbette gelecek Hocam, şimdiye kadar Azrail’in gelmediği bir tek insan var mı yeryüzünde?..
Osman Hocam işinize karışmak gibi olmasın ama maksat korkutmak mı, yoksa İslam’ın güzelliğini anlatmak mı? Bu mevzular İslam’ın güzellikleri ön planda olacak şekilde anlatılamaz mı Allasen?
Vaazın konusu "vade yetip de Azrail’in gelme zamanı". Elbette gelecek Hocam, şimdiye kadar Azrail’in gelmediği bir tek insan var mı yeryüzünde?..
Osman Hocam işinize karışmak gibi olmasın ama maksat korkutmak mı, yoksa İslam’ın güzelliğini anlatmak mı? Bu mevzular İslam’ın güzellikleri ön planda olacak şekilde anlatılamaz mı Allasen?
Namazdan
sonra cenazeyi kaldırdık. Mekanı cennet olsun.
Nisan
ayının ortaları ya, köy için en güzel mevsim bu günler. Her taraf yemyeşil.
Bizim oranın otlarındaki yeşillik bile ayrı güzellikte valla.
Ağabeyim Burhan'la Mezarlıktan
dönerken Eyüp Ağa’nın Hüseyin evinin önünden yukarı doğrulup “Gelin bir bardak
çayımı için” dedi gözlerinin içine kadar olan tüm güleryüzlülüğü ile. Severim Hüseyin'i. Her zaman bir güleryüzü, bir muzip tarafı vardır.
Ağabeyim
“Çok sağol, cenaze evinde içeriz, oraya gitmemiz lazım” diye cevapladı.
Ben, “Valla
birer bardak çayını içelim, ben bu adamı kaç yıldır görmüyorum” dedim.
Yolun
alt yanındaki uzun duvarın bir başından Abim dolandı, diğer başından ben
dolandım, evin önüne indik. Başka yerden bir misafiri daha varmış. Teyzesinin
oğlu Erdoğan vardı, hemen gitti. Eşki vardı. Bu Eşki’nın kıyafetini oldum olası
anlayamamışımdır; Afganistan mı, Arabistan mı, Pakistan stili mi bilmiyorum. Açık griye çalan alışılmadık bir renkte bol şalvar, acayip bir şey işte. Sanırım özel diktiriyor. Sakal dersen öyle abartılı ki..! Oysa bizim köyde insanlar normal pantolon, gömlek, ceket falan
giyiyor; eskiden beri de öyle.. Yaşlılarda bir kumaş yelek ki, bu kumaş yeleklerin çoğunun sağ cebinde mutlaka köstekli bir saat olurdu. Serkisof marka daha makbul.. Sakalları ise daha derli toplu.
Evin
önündeki masaya yakın oturduk. Güleryüzlü iki genç çay ikram etti sağolsunlar
-Gençler isimlerinizi bilmiyorum kusura bakmayın-. İkişer bardak içtik, mis
gibi çaydan.
Sohbet ettik. Hüseyin her zaman esprili.
Sohbet ettik. Hüseyin her zaman esprili.
Vedalaşıp
ayrıldık.
Okulun bahçesinde
3-4 çocuk oynuyordu. Onları görünce “Okul açık mı?” diye sordum abime. “Açık” dedi.
“Kaç
çocuk var?”
“14
tane, yalnız seneye dört tanesi İskilip'e gidecek. On çocuk kalırsa sorun yok
ama dokuza düştüğü anda okul kapanıyor.”
Kanunen
öyleymiş. İnşallah dokuza düşmez de, okul da kapanmaz. Oysa cami cemaati 1 kişi bile olsa imam görevine devam ediyor.
Bir
zamanlar 120-130 çocuğun okula gittiği koca Yerliköy'ün haline bakar mısınız?..
Bizim
köy yerinde duruyor ama içi boşalmış içi…
10-15 sene sonrasını hiç düşünemiyorum bile...
10-15 sene sonrasını hiç düşünemiyorum bile...
Suat Zobu
14.04.2015