Evinin
önündeki bahçesinde uygun bir yer buldu. Bir çukur kazdı.
- Kolay
gelsin yeğeeen!
Başını
kaldırdı, dönüp baktı; Bilal Dayı.
- Hoş
geldin, sefalar getirdin. Sağolasın Bilal Dayı, dedi.
- Ne
yapıyorsun?
- Kiraz
ağacı dikiyorum.
Mayıs
Ayının ortaları falan.
- Ama bu
mevsimde dikilen ağaç tutmaz ki..!
İçi "cızz" etti, ya tutmazsa. Bozuntuya vermedi, anında bir muzurluk düşündü.
- Tutacak
Dayı, bu cins bir ağaç; göreceksin sana kiraz bile yedireceğim.
Aradan
günler, aylar geçti. Kiraz mevsiminde gitti çarşıdan birkaç kilo kiraz aldı.
Diktiği ağacın dallarına kirazları tek tek bağladı. Sağına soluna geçip iyice
kontrol etti. "Bu iş tamam" dedi.
Gitti
çağırmaya. Hah işte orada.
- Bilal
Dayı, Bilal Dayııı, döndü Bilal Dayı:
- Buyur
yeğen.
- Gel sana
kiraz yedireceğim.
- Ne
kirazı?
- O
diktiğim ağacın kirazı,
- Verdi mi?
- Verdi,
verdi; hem de nasıl, gel sen.
Aldı,
götürdü. Bahçede kiraz ağacına biraz uzakça bir sandalye çekip Bilal Dayı’yı
oturttu. Kirazın dalları yıkılıyor meyveden. Gidip elindeki sahana ağaçtan
kiraz toplayıp getirdi, Bilal Dayı’ya verdi.
- Buyur
Dayı ye bakalım.
"Allah
Allah bu nasıl olur?" diye düşündü, "Benim bildiğim o mevsimde
dikilen ağaç tutmaz, hele hele aynı yıl dikilen ağaç meyve vermez. Buradan
gözüm de fazla seçemiyor ya, ağaçta kiraz dolu; ulan bu işte bir iş var sanki,
ama herif dalından topladı getirdi. Gidip yakından baksam ayıp olacak. Amaaan
Bilal kirazını yemeye bak".
- Nasıl
Dayı, beğendin mi tadını?
- Hmmhh,
lokum gibi maşallah yeğen.
Kirazı
yedi, kafası allak bullak çıktı bahçeden. Kafasında bir sürü soru ile tuttu
evinin yolunu. Kel Mehmet arkasından kıs kıs gülüyordu.
O ağaç
tuttu mu? Eskiler "Bir ağacın tutup tutmadığının anlaşılması için
üzerinden Ağustos geçmesi lazım" derlerdi. Tutmasa bile Ağustos’a kadar
yeşil kalır, sonra kurumaya başlar ağaç. Kiraz mevsimi de Ağustos’dan önce
tabii. O ağaç tutmamıştı aslında... Yerliköy
Suat Zobu